
Metin C. Çalışkan: Onur Çalı Söyleşisi
Bu söyleşi 2019 yılında yapılmıştır.
Öncelikle söyleşi teklifimizi kırmadığınız için teşekkür ederiz. İlk olarak yazı yolculuğunuza nasıl başladığınızı sormak istiyorum.
Okumayı öğrendiğim gün. Latifesi bir yana, aslında doğru cevap bu tabii. Herkesinkinden faklı bir hikaye değil: Okumayı hep sevdim, iyi bir okur olmaya çalıştım (iyi bir yazar olmaktan daha zordur iyi okur olmak), zamanla sevdiğim yazarlara özenerek bir şeyler karalamaya başladım. Önce şiir, sonra nesir. Yazılar, çeviriler, şiirler derken ilk öyküm 2008’de yayımlandı. Sonrası malum.
Peki nasıl bir fiziksel ortamda yazıyorsunuz?
İşin aslı, nerede bulursam orada yazıyorum. Bilgisayar kullanarak yazıyorum. El yazısıyla ancak notlar alabilirim, çok nadirdir bir öyküyü el yazısıyla yazmam. Çekyatta uzanarak da yazabilirim, mutfak masasında da… Yeter ki iş oraya, o yazma anına gelsin.
Öykü yazarken sizi ilk ateşleyen unsur genellikle nedir ve neden? Mesele, karakterler, biçim gibi…
Artistik olsun diye söylemiyorum, ilham perisi filan da diyecek değilim: İlk ateşleyen ne, gerçekten bilmiyorum. Öyle ki yazmaya oturduğumda yazdıklarıma şaşırdığım oluyor. Bu elbette mistik bir olay değil, yanlış anlaşılmak istemem. Sanırım uzun süre yoğunlaşmanın, uzun okumaların, yaşamaların sonunda gelen bir “sonuç” yazmak. Bugünlerde Melih Cevdet Anday’ın “Akan Zaman Duran Zaman”ını okuyorum. Bir yerde şöyle diyor MCA: “Yetenek, sabrın ve özeleştirinin ürünü olmalı.” Yeteneği bilmem ama yazma uğraşı sabır, özeleştiri, yazma hevesini sürdürme, yazdıklarınız üzerine düşünmeyi içeren uzun erimli bir süreç.
İthaflardan, edebi referanslara, popüler kültür figürlerine ve daha pek çok unsura uzanan oldukça zengin bir öykü dünyanız var. Bu noktada iki sorum olacak. İlki yazarken en çok nelerden besleniyorsunuz? İkincisi bu unsurları bir araya getirirken en çok dikkat ettiğiniz ya da zorlandığınız husus nedir?
Aslında kısmen yanıtlamış oldum bu soruyu. Yaşamaların, okumaların sonucunda ortaya çıkan öykülerde, dediğim gibi, çocukluğunuzun kuytusunda kalmış bir ayrıntı bir bakmışsınız öykünüze girivermiş. Yazar en çok okuduklarından beslenir bana kalırsa. Ben de yazdıklarımda bunların ipuçlarını epey cömertçe bırakıyorum metinlerimin içine.
Öykülerinizin dikkat çekici bir başka yanı da genellikle kısa öyküler olması. Bu, yolun başından beri aklınızda olan bir şey miydi? Kısa metinler yazmanın varsa güçlükleri veya konfor alanları nelerdir?
Baştan beri kısa öykü yazıyorum ben. Belki giderek kısaldığını da söyleyebiliriz. Kısa öykü (ya da kıpkısa öykü) edebi üretim sürecine dair zorluklar da içeriyor. Ama ondan ziyade, okurun kısa öyküye alışık olmaması, ciddiye almaması, daha uzun metinler okuma eğiliminde olması nedeniyle yayımlanma konusunda güçlükler de barındırıyor. Uzun öykü okumayı da severim, eğer iyi yazılmışsa. Ben kısa öykü yazmayı tercih ediyorum. İşin aslı, cinsel kimliklerimizi belirtirken düşülen yanlıştan yola çıkarak söyleyeyim: Bu tercihten ziyade eğilim gibi. Demem o ki düşünüp taşınıp “kısa öykü yazayım” demiyorum. Kalemim beni oraya götürüyor.
Biçim konusunda da oldukça özgür davranıyorsunuz. Bazen senaryo şeklinde bir öyküye rastlıyoruz yazdıklarınızda, bazen anlatıcının parantez içleriyle araya girdiği öyküler vb. Biçimsel özelliklere nasıl karar veriyorsunuz?
Çehov’un Martı oyununda Sorin ve Treplev arasında şöyle bir diyalog geçer:
“SORİN: Ama tiyatrosuz yapamayız biz.
TREPLEV: Yapamayız, evet, ama yeni bir biçimde olmalı. Eğer yeni bir biçim bulamıyorsak, hiç olmasın daha iyi!”
Treplev’in sözlerini kendime şiar edinmişimdir. Uzun ya da kısa yazmak bahsi de biraz böyle.
Salâh Birsel de “üslup yoksa deneme yoktur” der. Öykü için de şöyle denebilir: “Üslup yoksa yazar yoktur.” Sizin de dikkatini çekiyordur, çok fazla öykü yazılıyor ama iyi öykü doğada az rastlanan bir şeydir aslında. Kendimce, elimden geldiğince üslup sahibi bir yazar olmayı önemsiyorum ve çabalıyorum. Bahsettiğiniz biçimsel özellikler de bu çabanın bir parçası.
Metinlerinizin bir diğer güçlü yanı çoğunun ironi yüklü olması. Kendi edebiyatınızı düşündüğünüzde ironi konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu tonu tutturmak zor olsa gerek zira bazen anlatının istenmeden parodileşmesi gibi bir tehlike de baş gösterebilir. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?
O kadar saçma bir dünyada yaşıyoruz ki mizah olmasa katlanmak çok zor olurdu. Parodi de yapılabilir, mizah öyküleri de yazılabilir, bunda beis yok. Ama ben ironi yolundan sapmamaya çalışıyorum. Nedir, söylediğiniz gibi kıvamı tutturmak meselesi var. Deneye yanıla yolumu bulmaya çalıştığımı söyleyebilirim. Şimdiden bakınca bazı öykülerimde bu kıvamı ironi hilafına bozduğumu görüyorum. Şimdi yazacak olsam başka türlü yazacağım öykülerim var. Onlar artık kitaplarda. Ben yeni yazacağım öyküler için kulağıma küpe yaptım bu hatalarımı. Zaten başkalarından “öğrenerek” yazılan öykülerin tornadan çıkmış gibi olduğunu öykü okuyan herkes görüyordur. Belki pürüzsüz ama tatsız öyküler. Ben okur olarak da yazar olarak da özgünlük yolunda “kusurlar” (ama imzamız gibi olan kendimize has kusurlarımızı) barındıran öyküleri yeğlerim.
Edebiyat dünyası, yazan karakterler ya da karakterlerin yazıyla ilişkisi de öykülerinizde sık rastlanan temalardan. Bu temalarda en çok ne ilginizi çekiyor?
Valla ne çekmiyor ki. Ödül mekanizmasından tutun kitap tanıtım yazılarına, eleştiri yokluğundan bu piyasada çalışan emekçilerin sömürülmesine… o kadar fazla “ilgi çekici” husus var ki. Her şey ziyadesiyle tuhaf. Herkesin bildiği şeyleri tekrar etmeye gerek yok.
Benim ana yolum öykü ama bilhassa son birkaç yıldır yazdığım Dünlüklerle birlikte deneme, anı, günlük türleri de okuma radarımda. Dolayısıyla yazmak üzerine düşünmek de öykücünün işleri arasında bana kalırsa. Bunu yapmaya çalışıyorum kendimce.
Aynı zamanda çevirmenlik yapıyorsunuz. Çeviri deneyimlerinizin edebiyata katkısı konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Evet, bir kamu kurumunda mütercim olarak çalışıyorum. Geçim derdi nedeniyle çevirdiğim metinlerin yazdıklarıma zerre kadar katkısı olduğunu sanmam. Ve fakat bunların dışında öykü, söyleşi, yazı-eleştiri, deneme, mektup, şiir gibi edebi metinleri de çevirmeye çalışıyorum.
Çeviri, “dil” üzerine bir düşünme yolu, “yaratıcı” okuma işi aslında. Bunun çok somut, elle gösterebileceğim bir katkısı oluyor mudur bilmem ama kendi dilim ve öğrendiğim dil üzerine yoğunlaşmanın zihnimde yeni kapılar açtığını fark ediyorum bazen.
Sizin sorunuzla çok alakalı gibi görünmeyebilir ama Melih Cevdet’in kitabından bahsetmiştim. Melih Bey de dahil olmak üzere bazı yazarları okuduğumda sanki Türkçe’yi yeniden öğreniyormuşum gibi hissediyorum. Bu belki biraz “çeviri de yapan biri” olarak okumama bağlıdır. Birden fazla dilde okuyan herkes için geçerlidir sanırım bu söylediğim. “Yabancı” dille hemhal oldukça “kendi” dilinize de daha derinden bakma imkanı çıkabiliyor ortaya.
Son olarak çok sevdiğimiz Parşömen Sanal Fanzin’e de değinmek istiyorum. Uzun süredir devam eden bir deneyim bu. Parşömen Sanal Fanzin’in başlangıcından, bugününden ve muhtemel yarınından bahsedebilir misiniz?
Geldik en keyifli yere. Bu sosyal medya çağında kendi yaptığımız işlerden bahsetmeye alıştık, işin aslı arsızlaştık bile ama yine de insan kendi yaptıklarından bahsederken daha ihtiyatlı oluyor. Parşömen ise benden başka birçok kişinin de katkısı olan bir e-mecmua. Dolayısıyla Parşömen’den bahsetmek benim için hem daha kolay hem de daha keyifli.
Parşömen Sanal Fanzin, 2007 yılında yayın hayatına başladı. Demek 12-13 sene geçmiş. Başlarda daha çok benim çabalarımla yürüyordu ama bilhassa son zamanlarda o kadar fazla edebiyatseverin katkısı var ki… Saymaya kalksam birinin adını unuturum, üzülürüm sonra.
1960’larda yaşasaydım Parşömen Sanal Fanzin matbu olarak yayımlanırdı. Nedir, bugünün koşullarında -nitelikten ödün vermeden- basılı dergi işini yürütmek çok zor. En baba edebiyat dergilerinin (gerçekten edebiyat dergisi olanların) birkaç binlik tirajı var. Oysa internet üzerinden yayıncılık yaptığınızda çok daha fazla okura ulaşabiliyorsunuz.
Sözü yormayayım, Parşömen Sanal Fanzin derdi edebiyat olanların, kendilerine “bugün edebiyat için ne yaptım?” diye sorup dertlenenlerin yazıp çizebileceği bir mecra olmaya devam edecek.
Söyleşi için çok teşekkürler.
Ben teşekkür ederim. Artistik Bellek ve derdi edebiyat olan tüm yayınlar çok yaşasın!